10 Şubat 2011 Perşembe

Çok eskilerden: "i'll always remember the chill of november.."

evet, senden yardım istemiştim. sanki böyle olacağını bilmiyormuşcasına..
içten birşeydi benim beklediğim; yalan değil.
gerek de yoktu zaten. neden olduğunu da hiç anlayamadım, tıpkı ben yaşananlara son verdiğimde takındığın tavır ve hareketler gibi. ne gerek vardı herşey güzellikle halledilebilirken.. biz koskoca insanlar olmusken? sanırım tam tersine daha da küçülmekteyiz..
hayır, kızgın değilim.
olamıyorum, olmak için de çaba harcamıyorum. senelerin hatrını çoktan yedim bitirdim ben. bu içten gelen bir duygu. engellemiyorum kendimi. sadece, "ya eğer yanlış anlaşıldıysam?" diye endişeleniyorum.

değişmişsin gerçekten.
kalp kırma işinde ustalaştığın bir gerçek. neyse ki alışkınım ben. koymadı o yüzden..
üzüldüğüm şey, yapmak isterken neden istemediğini yaptığın. buna anlam veremedim işte. en ufak bir şekilde sana zarar gelmeyecekti; buna en başta ben izin vermezdim.
gel-gitler içinde değilken sen, bir daha arkana bakmamak üzere gittin. ben ise olgunlaşmanı, uzun süren git'lerinin bitmesini ve hayatın bana oynayacağı oyunları bekliyorum. bu sefer eski duygu'lardan uzak, kin tutmadan.. çünkü ben kaderimi böyle çizdim. istediğin kadar yıl geçsin, inan sorun değil,ama ben bu yoldan geçeceğim. bu sefer kıyılara vuran dalgalar olacak ben seninle konuşurken günbatımında. hayatı tartacağım belki de senin hiç sahip olamadığın o terazide. çiçek kokusu istemiyorum. yosun kokusu iyidir geçmişi gömmek için. ama kumlara değil. yüreğimin taa derinliklerine..
beyaz sayfamdaki mürekkep lekesinin silinmeyeceğini öğrendim ben.
ama biliyorum şöyle bir denizde gezdirsem,lekenin gideceğini.
bunun güçsüzlükle alakası yok. bilirsin en ücra köşelere saklanabilirken ya da yırtılıp yakılıp çöplere atılabilirken,onu kucaklayan ve kurtaran denize emanet ederiz geçmişimizi. denizin üstündeyken, uzaklara bakarken anlarsın asla hiçbir şeyin geri gelmeyeceğini ve her şeyin mevsimler gibi değiştiğini. günü yakalama çabasında da olsan vardır hep bir geçmiş aklının bir yerinde.
korkma.
dedim ya kızgın değilim diye. üzülme de. biten her ne olursa olsun, güzel bitmeli. senelerin hatrı için değil, kendime ve yaşadıklarıma duyduğum ve daha da fazla duymak istediğim saygı için. kabuslardan uyanıp ışıklı yollarda yürüyebilmek için.
aynalara bakıp gülümseyebilmek, yalan söylememek için...
hangi mevsim olduğu önemli değil.
mevsimler geçer,mevsimler değişir..
kasım'ın o dondurucu soğuğu kendini baharın ılık esen rüzgarına bırakır. o rüzgarla gel işte korkmadan. özgür ol yine o rüzgarla. bu sefer elimizdeki değil, kalbimizdeki kutuları gömelim yosun kokusuyla..


"dün sabaha karşı kendimle konuştum
ben hep kendime çıkan bir yokuştum.
yokuşun başında bir düşman vardı
onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum. (Ö.A.) "

I wonder, who's crying now ..

Ne kadar çabuk geçiyor zaman değil mi? Herkes ne kadar çok zorluklar yaşıyor.. Bu zorluklar içinde kaçımız empati kurmayı becerebiliyoruz acaba? Kaçımız,  "Acaba karşımdaki doğru söylüyor olabilir mi?" diyoruz ? Defalarca birbirimizi kırmaktan usanmıyoruz. Bu hayat bizi o kadar bencilleştirdiki.. Ve bu "kır-yapıştır"larla kaşarlanıp o kadar hissizleştikki..  Her seferinde affedip tekrar bekliyoruz içimizdeki kini kusmayı, ya da karşımızdaki tarafından kusulmasını. Mutlu olmak bizim için çok zor artık. Farkında olmak kadar acı birşey yok gerçekten. Hiçbir şeyi fark etmemek, umursamamak, sürekli harcamak daha güzel. Belki bencilliğin daniskası, ama yalan yok, çok güzel. 
Ne zaman akıllanacağız bilmiyorum. Kırılmaktan iki büklüm oldum artık. Yanlış anlaşılmaktan, hemen yargılanmaktan, aşağılanmaktan, hakaretlere maruz kalmaktansa bıktım. Yinede, bekliyorum. Neyi beklediğimi çok iyi bilerek bekliyorum. Artık o tezcanlı kız değilim. Büyüyorum. Bugüne kadar sabrettiğim,emek verdiğim şeyin bir anda elimden uçup gitmesine asla izin veremem. Hani hep derler ya "Gün gelir devran döner", ya da çoğu filmde dizide konusu işlenir; işte gerçekten o gün gelecek hissediyorum. 
Bir yandan düşünüyor insan, "Gelse ne olacak?" diye. Karşındaki insan olduğunu fark edecek mi ? Oturup düşünecek mi? Birilerine bir şey anlatmak için illa kötü bir şey mi gelmeli başa, bunu hiç anlamış değilim. İnsanlar sanırım yüzleşmekten korkuyorlar. Korkuyorlar, çünkü onları haksız çıkaracak şeyler var karşı tarafta. Kim ister ki deli gibi saldırıya geçmişken haksız bulunup durdurulmayı. Ne kadar zevklidir o kırılan kalbin sesini duymak.. Ah nasıl bir hazdır o! O hazla büyük bir cesaret gelir insana, daha da ileri gider. Sanki kör gibidir, sanki sağır.. Dış dünyaya kapalı, o an için tanımadığın biri karşında durur tüm kiniyle. Hem ona hem yaptıklarına acırsın. 
Peki karşımdaki hiç mi üzülmüyor? Beni boş yere haksız yere düşüren insan daha sonra üzülüp "Beni üzdü barışmaya gelmedi" de diyecek mi? Yine bencil mi davranacak? Yoksa benim halimi düşünüp ağlayacak mı benim gibi ? Kim haklı çıkacak?! Kimse veremez ki bana bunun cevabını.. Herkes kendini düşündükçe, empati kurmadıkça kimse veremez bunun cevabını.. Herkes doğru çünkü bu zamanda. Herkes kendini birilerine doğrulatma, ispatlama çabasında. Kimse kimsenin umrunda değil. Açık ve net. Bir şeyler yapmaya yaratmaya çalışırken tüm iyi niyetinle, yine kendini kapı önünde buluyorsun. Ne var ki hayat bu işte. "Yap ve boz"lardan ibaret. İstemesen de ama, itinayla yapılır ve bozulur...

Beni dinlemeden, anlamadan konuşup parçalara bölüp ahımı alan herkese.. Mutsuz günler efendim!