13 Haziran 2014 Cuma

Yanan-Sönen ateş: Aile.

Bir zamanlar..

Aileydik. 
Çocuktum. 
Mutluydum. 
Yaratıcıydım.
Meraklıydım.
Araştırmacıydım.
Aptalca şeyler yapsam bile hepsi saflıktandı. 

Sonra..

Büyümeye başladım.
Ailem dağılmaya başladı.
Annemle babam birbirine küstü. 
Birbirlerinin ailelerine küstü.
Derken birbirimize küstük.

İşte ondan sonra bir daha hiç eskisi gibi olamadım.. 
Çocukluğumdan çok uzaktayım.


...


Küçükken, hem annemin kardeşleriyle hem de babamın kuzenleriyle çok daha fazla vakit geçirirdik. Herkes bir aradayken çok mutluydum. Gülüşmeler, şakalar, sohbetler, uykusuz geceler, gidilen yepyeni yerler.. Sonra 10 yaşındaydım sanırım; annemle babam çok kötü kavga ettiler. Annem çekip gitti. İşte o günden sonra bir daha hiçbir şey normale dönmedi. Çünkü yaşanan hiç de normal bir kavga değildi. Birbirinden bıkmış, artık nefret etmeye başlayan iki insanın birbirine karşı kin kusmasıydı. İnsanların bu kadar çirkinleşebileceğini ilk defa o zaman görmüş olmalıyım ki, bana sakinleştirmek için dokunmaya çalışan babama "Bana sakın dokunma!" diye kendimi tutamadan bağırmış hatta haykırmıştım belki de. Bakışlarındaki "Ne yaptım ben Allahım.." pişmanlığını ilk defa o zaman gördüm babamda. Üzerinden koca koca yıllar geçmesine rağmen hala unutamam. 
Babamla annemin kavgası, her ikisinin bireysel ailelerini de etkilemişti. Zaten baba tarafım annemi pek sevmezlerdi (Sonra farkettim ki esas sevilmeyecek insanlar onlarmış.). Derken barıştılar fakat bu sefer birbirlerinin aileleriyle tartışmaya başladılar. Bunu da ilk başlatan babam oldu. Annemin kardeşlerine sebepsiz şeylerden küsmeye başladı. Üstüne bizim görüşmemize de laf etti. Ardından annem geldi. O da babamın ailesine küstü. Sonuç olarak biz kardeşimle hep ortada sap gibi kaldık. Hiçbir yere ait olamadık. Herkes mutlu mutlu toplanırken, bayramları seyranları kutlarken; ben hep özenerek baktım. Yanımızda ya annem yoktu ya da babam..
Belki birbirimize tutunmalıyız derken, babam bizden bıktı. İstemedi. Hayatını istediği gibi yaşayamamıştı çünkü bize dediğine göre. 
Topallaya topallaya, ağlaya ağlaya, sinir krizleri geçire geçire bir şekilde yılları geçirebildik. Ama o safhada hala sap gibi kalmaya devam ediyorduk orada burada. Fakat öyle bir gün geldi ki artık benim için, herşeyin dönüm noktasıydı. Aile olmayı buram buram özlerken, ailemden nefret eder hale geldim. İşte o gün de annem ve babam, hayatta en zor yıkılabilecek şeyi yıktılar: Onlara duyduğum güveni. Anne-babaya duyulan, o mükemmel güveni..
Her insanın başına geldiği gibi, benim de başıma geldi ve tüm kötü şeyler birbiri ardına yaşandı. Sadece anneme babama değil, annem ve babamdan sonra gelebilecek insanlara olan güvenim de gitti. Çünkü her şey kendini kötü zamanlarda daha iyi belli ediyor. Savaş gibi adeta. Hayatta kalmaya çalışmak için elinden gelen her şeyi yapıyorsun o içindeki hayvan içgüdüsüyle.. 

Bunları neden yazıyorum bilmiyorum ama, O günlerden sonra bir daha asla normal olamadım. Sanki hala içim acıyormuş gibi hissediyorum, olayları unutmuş olsam da. 
İşin kötüsü geçmişi, o güzel günleri, herkesin güldüğü, hep beraber yemeklerin yendiği kahkahaların atıldığı, güzel günlerin kutlandığı günleri çok ama çok özlüyorum.. Küçük kuzenlerimle şubat tatillerinde gittiğimiz sinemaları bile özlüyorum... 
Onlar hala hep beraber. Belki eskisi gibi değil ama, en azından bizim kadar uzak değiller. Teyzemin kızını sadece doğduğunda gördüm mesela.. Facebook'tan resimlerini görmek çok garip yaptı beni. Güzelleşmiş, büyümüş kocaman olmuş..

Belki kızıyorlardır gelip gitmediğime. 2 senedir İzmir'deyim gerçi. Ama öncesi içinde kızgın olmaları muhtemel. Çünkü çok fazla gitmedim. Çok fazla aramadım. Gidemedim, arayamadım belki de.. Çünkü onların yanında eksik durmak canımı yakıyor. Gülemiyorum eskisi gibi. Samimi olamıyorum. Çünkü bunlardan çok daha güzel günlerimiz olmuştu. Ve ben, çocukken sanmıştım ki, çok daha güzel günler görüp yaşayacağız. Öyle olmadı. Olamadı. En azından benim için. 

Bütün bunlar yaşanmadan önce, 8-9 yaşlarındayken ben, hep birlikte Sapanca Gölü'ne gitmiştik. Çok mutluyduk. Kimi sohbet ediyor kimi kitabını gazetesini okuyordu.. Ama mutluyduk. Huzurluyduk. Her yer yemyeşildi. Hemen gölün kenarında, koca bir ağacın altındaydık. Bana alınan hatıra defterini oraya götürmüştüm. Annem babam dışında sanırım pek yazan yoktu. Çünkü önce aileme yazdırmak istiyordum. Yazdırdım da nitekim. 
Ömer Dayım, tam da o günü betimlemişti. "Bak Sapanca Gölü'ndeyiz şu an tatlım.." diyordu. "Belki bir yanında olamayacağız ama sen bunu hatırlayıp hep yanındaymışız gibi hisset birtanem". 

Bu yazının yazıldığı tarihten bugüne kadar, o fotoğraf hafızamdan hiç silinmedi. Ne zaman gerçekten koca ailemi özlesem o günü düşünürüm. Dayımın yazdığı o yazıyı da her okuğumda ağlarım..  Aynı şu anda ki gibi.

...


Bu yazıdan çıkarılacak hiçbir sonuç yok sizler adına. Ben sadece bir üzüntümü paylaşmak istedim. Belki de paylaşmaktan ziyade, içimden çıkarmak.. 

Teyzemlerin, dayımların, amcamların beni anlamasından başka umudum hiç olmadı bugüne kadar. Sanmıyorum bakabildiklerini. Çünkü ben çoğuna göre hayırsızım birazcık. Ama kimse bilmez ki, beni üzen şeyleri hiç arayamam. Uzaktan bakmakla yetinirim. Ya da yokmuş gibi yapmakla.. 
Ama sorun değil. Hayırsız denilmeye, bu şekilde anılmaya şikayetim yok. Çünkü benim canımı acıtan çok daha büyük bir şey var. Yaşanan kavgalar falan da değil.. 

Bir daha o günlerin asla gelemeyecek olması işte benim canımı acıtan. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder