Hani hayat için derler ya hep "oyun" gibidir diye.. Sanırım öyle. Oyunda nasıl eğleniyorsan hayatta da eğlenmeye bakıcan kafasında.. Peki gerçekten ne kadar eğlenceli?
Candy crush'ı düşünün. Muhakkak herkes bu oyun çeşidini bir kere de olsa denemiştir.
İlk bölümleri ne kadar da basit ve eğlenceli değil mi? Aynı çocukluğumuz gibi. Hamle sayısı az ve basit.
Çok fazla düşünmeyi gerektirmeyen, en fazla 2 denemeyle kazandığınız bölümler..
Fakat sonra ne oluyor? Büyümeye başlıyoruz. Oyun da büyüme başlıyor.
Hamle sayıları, engeller, renkler birden artıyor. Galibiyetlerin sefasını sürerken birden anlamsızlaşıyor oyunun zorlaşması.
Fakat ergenliğin verdiği o hormonsal cesaretle düşünmeden oynamaya devam ediyoruz. Sonra fark ediyoruz ki "düşünmek" gerekiyormuş, doğru hamleler yapıp gelecek bölümlere geçebilmek için..
Ardından bölümler geçiyor, yıllar geçiyor.. Bir şekilde ortada bir yerlerde duruyoruz. Artık o eski tadı vermiyor oyun. Hep aynı amaç; "Bölümleri iyi puanla geç!".
Yani; "İyi bir meslek edin, iyi paralar kazan!".
Neden?
Belki ben kötü geçmek istiyorsam?
Belki ben oyunları hızlı hızlı değil de, tadını çıkara çıkara geçmek istiyorsam?
Belki ben, o bölümü sindirip hatasız geçmek için tüm zamanımı harcayıp, sanki ordan bakıldığında yerimde sayıyormuş gibi gözükmek istiyorsam?
Belki bana bu oyunu oynamak ya da oynamamak istediğim sorulmamış olabilir. Fakat nasıl oynamak istediğim, benim kararım olmalı..
Olmayınca işte, artık o eski tadı vermemeye başlıyor. Bölümleri zorraki ite kaka geçmeye çalışıyorsun. Bölüm geçmek artık zorunluluk olmuş. Tabi bir de bunu hırsa çeviren "yarışmacılar" var aramızda. Neticede bunu bir "yarış" olarak görüyorlar.
"En yüksek kaç puan yaparım? Kaç yıldız alırım? Kaç kişiden öndeyim? HEPSİNİ BEN GEÇMELİYİİİİM!"
İşte siz de bu insanların oluşturduğu sürünün içine düşüp bir anda bu yarışın ortasında buluveriyorsunuz kendinizi. İstemli ya da istemsiz. Eğer istemsizse, vay halinize..
Siz daha bu oyunu ya da "yarışı" bitiremeden o bitirmeye başlıyor sizi. Hayalleriniz, umutlarınız birer rengini kaybedip solmaya başlıyor. Bir çözüm yolu bulmaya çalışıyorsunuz. Sonra diyorsunuz ki; "Artık bu oyunun/yarışın bir parçası olmayacağım!". Çok net tavır koymuşsunuz gibi.. Fakat istekler gelmeye devam ediyor oyununuzdan. Can isteği, yok ektrsa hamle isteği, yok kampanya yaptık ıvır zıvır.. Bir takım kişilerce hala dürtülmeye devam ediyorsunuz. Ve sanki o an, amaçlarının "can ya da ektrsa hamle isteme" değil de, hangi seviyede kaç yıldızla olduklarını göstermekmiş gibi geliyor. Çünkü eminsiniz, o bölümleri geçmek için sadece sizin verdiğiniz 1 cana ihtiyacı yok. Ya 25 dakika bekleyecek oyuncumuz sabırla, ya da çakafonluk yapıp kullandığı telefonun/tabletin saatini ileri alacak. Ki o hırslı oyuncular bu işin aslında anasını ağlatanlar. Elbette ki benim ya da senin göndereceğin tek bir cana ihtiyacı yok!
Gözüne sokuldukça bazı şeyler, daha da soğumaya başlıyorsun. İşte bu "sonun başlangıcı" oluyor.
"Neden bunu oynamak zorundayım ki? Neden bu yarışın içinde olayım ki?"
Çünkü anlamsız.
Yarın öbür gün öldüğümde diplomalarımı ya da paralarımı tapularımı götürmeyeceğim gittiğim yere. Ama paha biçilemez anılarımı, ölümüm son anına kadar bir tebessümle yanımda götürebilirim.
Bu tebessüm senin için lüks bir arabaya binmek olur; benim içinse bir aslana dokunabilmek, yanıp kül olmadan dünyanın en büyük ormanlarına girebilmek olur.
İşte o an oyundan çıkış yapmanın vakti gelmiştir. Çünkü bu oyun artık yarışa dönmüş ve eğlencenin zerresi kalmamıştır. Kendini ait hissetmediğin bir yerde durmanın bir manası yoktur.
Engelle gitsin oyunu!
Başka oyunlar bul. Kendini ait hissedebileceğin,sana keyif verebilecek, senin gibi insanların olduğu, kimsenin birbiriyle yarışmadığı oyunlar.. Her bir oynadığın bölümün birbirinden değerli ve güzel olduğu, her birinin içinde ayrı tecrübeler barındıran oyunlar..
Bunu şu an yapan, yapabilen ya da yaşayan insanlar bence gerçekten çok şanslı.
Ama şunu unutmamak gerek ki; her insan kendi şansını kendi yaratır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder